Teşhis Meselesi

Biz doktorların en mühim işi teşhistir. Derdimizi anlamak için ortalama seçmenle derinlemesine bir mülakat yaptık.

Ben Saliha. Gümüşhaneliyiz biz. Evliyim, 34 yaşındayım. Üç evladımız var. Elif 4 yaşında, Mukaddes ikinci sınıfa gidiyor. Oğlan da bu sene liseye başlayacak. Yesyeni bir imam hatip yaptılar da bizim oraya. Oğlanı oraya mı versek diyoruz. Biz Fatih’te oturuyoruz, kirada. Eşim, Mustafa, meslek lisesi mezunu, organizede çalışıyor, usta. Paneller mi neyim yapıyorlar. Ben ortaokulu bitirdim. Ama bizim oğlan ortaokula başlayınca liseye yazıldım ben de dışardan. İmam hatip okuyum dedim de, zor o, kafam almaz benim.

Biz valla baştan beri Erdoğan’a oy veriyoruz. Neden vermiyim? Bak, okul yaptılar buraya, valla saray gibi. Diyorlar ki e hep imam hatip yapıyormuş. Kötü mü oluyor? Dinini bilen, okuyan çocuk kötü mü? Sen gönderme o zaman. Sen Gezi’ye gönder çocuğunu. Sanki noluyorsa… Valla, ayrımcılık yapıyor diyorlar Erdoğan. Yalan mı söylüyor adam? Hep, yani.. hep kusura kalma ama Aleviler. Nerde bir şey var, bir fırsat var, bir asilik var, ordalar. Neye yarıyor? İsyan etmeye bir iş olsun, hemen oradalar. Valla ben düşman değilim, kime karışmışım. Ama onlar da böyle imam hatip yapılmasın, sanki kilise açıyoruz. Ben gönderirim çocuğumu, ne var?

Onlarınki de hep yıkmak. Hiç yapmak yok. Bak, Mustafa da ta kavşağa kadar yürüyordu sabah işe giderken. Şimdi metroya biniyor, 5 dk da varıyor. Metro yaptı adam. Sanki kendi biniyor o metroya. Metroya ihtiyacı mı var Erdoğan’ın. Ama bak, bizim için yapıyor. Geçen haftasonu, Mustafa işteydi, Elif de sıkıldıydı evde. Bindik beraber görümcemgile gittik Batıkent’e. Otobüsle Mustafa’sız ben nasıl gideyim iki çocuk, ta yürü yürü bu sıcakta. Valla gidemezdim. Valla Allah razı olsun ne deyim?

Bizim beyin patronu iş alıyormuş artık Cezayir’den. İki aydır hep akşamları da fazla mesai yaptılar, geçen gün prim vermiş bizimkine. Fazla mesaiyi de ödüyor. Zaten, dini bütün bir adam, öyle hak yemez. Şimdi Erdoğan olmasa, nasıl iş alacaklar ta oralardan. Bizimki dedi, bizim köydeki evin birinci katı da çıktı. Kaynımgillen ev yaptırıyoruz da köye. Çocuklar büyüyünce ceviz bahçesi yapacakmış Mustafa. Valla ben istemiyorum ama bakalım.

Ben anlamıyorum bir de hırsızmış. Ya hırsız olsa, nasıl yapacak bu kadar işi? Yani kendi yese, daha fakir olmaz mıyız o zaman? Allah’a şükür ben fakir değilim. Bakıyorum televizyonda o geziciler de maşallah. Fakirler mi onlar? Onların mı parasını çalmış? Yooo.. Çadır kuruyorlar, sazlı sözlü halay çekiyorlar, fakir adam öyle mi olur? Hem bak ne diyecem. Biz Allah’ıma şükür, dindar insanlarız, ama daha yeni evliyken bizim bey akşamları içerdi. Şimdi ağzına sürmez ya, o zaman gençken yani cahillik. Şimdi ben deseydim, sen çocukların rızkını haram zıkkıma mı veriyorsun, ne olurdu? Artık haftada bir stres atıyor, belki diyor ki ya bizimkileri de parka götüreyim o zaman, diyor. Demez miydi ki sana da park yok o zaman. Arada bir ben kendim yemeyeceksem, sana da yok o zaman, niye çalışıyorum ben eşşek gibi demez miydi? O zaman nasıl bitecekti bizim ev? Şimdi içmez hayatta, Allah’ıma şükür. Ama yani, adam da yoruluyor, rızkımızı sağlıyor bak sabah akşam çalışıyor. Ha doğru mu, değil. Ama varsın içsin madem dediydim ben de. Napsaydım, yakıp yıksa mıydım ben de Geziciler gibi? Nolacaktı o zaman?

İsyan iyi bir şey değil. Allah’ımın vardır bir bildiği. Bak, önce anlamadık biz, ama bizim ortanca geç konuştu biraz. Doktor dedi, işitme engeli var. Konuşuyor ama böyle ne bileyim, yarım yarım. Üzüldük, üzüldük ama isyan mı etmeli? Neyseki devlet para veriyor, okula gönderiyor haftada iki gün. Konuşması bir düzeldi, komşunun oğlu devamlı zekleniyordu kızı, kızın iki gözü iki çeşme. Şimdi şükür, şeyin parasını da verdi devlet, neydi işitme şeyinin, geri kalmıyor derslerinden. Şimdi ben bu devlet çalışmıyor desem nankörlük değil mi?

Neymiş ağaç kesiyormuş. Tövbe tövbe! Nasıl ağaç kesiyor? Sen kesmiyor musun sanki, o kadar kitap defter gazete nerden geliyor? Hem Mustafa dedi ki ceviz dikene para veriyormuş devlet. Bizim Zeliha’nın kaynı da elma bahçesi yapmış Isparta’ya. Nasıl böyle. Devlet fidanı vermiş, ilacını vermiş, suyunu çekmiş. Soğuk deposunu bile yapmış devlet. Bize de getirdi çocuklar yesin diye, nasıl güzel elmalar. Şimdi bu devlet mi ağaç kesiyor? Kesiyorsa öbür yandan da dikiyor. Hem de öyle zenginler altında çadır kursun diye değil, fakire bir gelir oluyor. Bizim burada bir Harikalar Diyarı var, kocaman kocaman ağaçlar getirdiler, diktiler. Şimdi haftasonu bir görsen, nasıl kalabalık. Mangal bile götürmüyorsun. Herşeyi içinde. Eskiden nerde? Hep kendilerine olacak park, ağaç. Sanki ağaç düşmanı Erdoğan.

Asıl kendileri Erdoğan’ın düşmanı. Ne oluyor, şöyle bir yumruğunu vurup masaya söz geçiriyor ya bunlara, deli oluyorlar. Ama başbakan değil mi? Böyle titreye titreye, Amerika’ya, Avrupa’ya boyun eğince mi iyi oluyor başbakan? Oh, iyi ediyor işte, hep onların dediği mi olacak? Ne verdiyse Avrupa bunlara? Varsa yoksa Kürtler. Erdoğan ne yaptı ama? Siz susun bir kere, dedi. Dertleri varsa benim başbakan, ben hallederim. Size gerek yok. Şimdi çıkıyor mu sesleri. Onlar da anladı artık, isyanla silahla olmaz. Neydi öyle her gün 20 şehit. Şimdi var mı öyle. Bir de Erdoğan vatanı sattı diyorlar. Hani, nasıl sattı? Konuşmaksa konuşmak. Kendi vatanını böldürecek değil herhalde.

Ben bu işin doktoruyum!

Sabah işe giderken dinlenen radyo programlarının dörtte birinde DJ size dış politikadan bahseder. Televizyonda 10 tartışma programının 6’sında bir uluslararası mesele ele alınır. Artık iş raydan çıktı. Ben bu işin doktoruyum, meseleye el koyuyorum.

Önce kurallar:

1. Ben her şeyin en doğrusunu bilirim. 14 senedir bu işi okuyorum, iki tane kitap yazdım.

2. Size anlatacaklarımı dinleyip önerilerimi hemen uygulamalısınız.

3. Her şey olağandır.

47. Kimse kuralları sallamaz.